9 Mart 2014 Pazar

Sadece 10 Dakikacık Çok Sevdiğiniz Telefonlarınızdan Uzak Durabilir Misiniz!?

Dünyada milyonlarca insanın temiz suya ihtiyacı olduğu bu dönemde sizden sadece 10 dakikanızı istesem?


Evet sizden çok kıymetli zamanınızın sadece 10 dakikasını istiyorum bugün. 10 dakikacık bağımlı olduğunuz telefonlarınızdan uzak durmanızı istiyorum. Çünkü sadece ama sadece 10 dakikacık telefonunuza dokunmayarak bir çocuğun 1 günlük temiz su ihtiyacını karşılayabilme imkanınız varken bu duruma duyarsız kalmayacağınızı biliyorum, inanıyorum...

Vakit kaybetmeden size hemen yapmanız gerekeni anlatayım. UNICEF tüm koşulları sizin için oluşturmuş zaten. Yapmanız gereken tek şey cep telefonlarınızdan http://tap.unicefusa.org/  adresine girip, telefonlarınızı 10 dakika sabit duracağı bir yere koymak. Ve 10 dakika sonunda 1 çocuğun 1 günlük temiz su ihtiyacı sizin sayenizde sponsorlar desteğiyle sağlanmış olacak. Karşılaşacağınız manzaraya işte bu. Değmez mi 10 dakikanıza?


Bunları Biliyor Muydunuz? 
10 dakika içinde ekranda görüp şaşırdığım bilgiler şöyleydi:

  • Akıllı telefonlara ulaşabilen insan sayısı tuvalete erişebilen insan sayısından fazlaymış.
  • Genç kızların büyük bir bölümü su taşırken sakatlanıyormuş.
  • Temiz su taşıma işi %80'i kadınlar ve çocuklarının göreviymiş.
  • Bangladeş'te temiz suya erişim iyileştirildikten sonra genç kızların okula kayıt olma oranlarında %11 artış görülmüş.
  • 400 milyon çocuk temiz suya ulaşamadığı için eğitimini yarıda bırakıyormuş.
  • Ben sitedeyken İstanbul'da sadece 6 kişi 10 dakikasını bu proje için ayırmıştı .
!!!Ve her şeyde birinci olan ülkem (çocuk gelinlerde, en fazla porno sitesine giriş yapmakta birinci olan, facebooku, foursquare'i en fazla kullanan ülkeler arasında en üst sıralarda olan ülkem) tabiki böyle bir sosyal sorumluluk gerektiren projede 26. sıradaymış!

Sadece 10 dakika facebookta, instagramda, twitterda paylaşım yapmadan durabilmek çok zor belki çoğunuz için ama 1 çocuğun temiz su ihtiyacını karşılamaya değmez mi 10 dakikacık telefonunuzdan uzak durmak?

Not: Lütfen böyle bir projeden haberdar olmayan insanları bilgilendirerek ne kadar çocuğa umut olacağınızı unutmayın!

Umutlara ışık olmanız dileğiyle (:

6 Mart 2014 Perşembe

KATİL JOE

Anadolu Yakası'nın başına gelen en güzel "şey" olmanın haklı gururunu yaşayan Moda Sahnesi, 2014 ile birlikte harika bir oyun daha bünyesine katarak yoluna devam ediyor. Yeni oyunun adı: Katil Joe

Nedir ne değildir Katil Joe

Katil Joe'nun farkı Engin Hepileri'ye tiyatro kurdurmasıyla başlıyor. Evet yanlış duymadınız Engin Hepileri bu oyunu sergileyebilmek için Tiyatro.iN'i kuruyo.

Pulitzer ödüllü Tracy Letts'in yazdığı oyunu Mehmet Birkiye yönetiyor.
Kara komedi niteliğinde olan oyun ülkemizde ve tüm dünyada baskın bir şekilde etkisini sürdüren popüler kültüre, anavatanından sert bir eleştiri olarak karşımıza çıkıyor. Katil Joe, paranın, televizyonun ve uyuşturucun etkisinde paralize olmuş küçük insanların traji-komik yaşam çırpınışlarını ele alıyor..

Aşkın ve sevginin başka boyutlarda yaşandığı, ensest ilişkilere kadar birçok konuya değinen oyunda Engin Hepileri, Öykü Karayel, Defne Halman, Taner Ölmez ve Mehmet Birkiye rol alıyor.

Bütün oyuncuların göz doldurduğu oyunda beni en çok etkileyen isim kesinlikle leopar desenli ropdöşambırıyla aklıma kazınan Mehmet Birkiye oldu.

Kimbilir belki siz  Camus'un "Gerçekten ciddi olan bir sorun var: Hayat, yaşamaya değer mi değmez mi?" sorusunu sorgulayarak belki de Amerikan bayrağının, emperyalizmin gücünü daha fazla hissederek oyundan çıkacaksınız.

Bunların cevabı için Katil Joe sizleri her pazartesi saat 20:00'de Moda Sahnesi'nde bekliyor. Benden söylemesi, sizden deneyimlemesi (:

Sanatla kalın (:


4 Şubat 2014 Salı

Oyuncak Müzesi

Dikkat! Çocuklar ve Çocukluğuna Dönmek İsteyen Herkes İçindir :) 

"Sen hayatta antikalıklar peşinde koştukça, hayat sana gündeliklerini dayatıyor" der Sabahattin Ali. Aslında haksız da sayılmaz. Hayat bize öyle zorunluluklar dayatıyor ki, yapmak istediklerimiz ve yapamayışlarımızın arasında sıkışıp kalıyoruz.Ama yaşasaydı, sıkışıp kaldığımız yerlerden bizi kurtaran yine peşinde koştuğumuz "antikalıklarımız" değil mi diye sormak isterdim büyük ustaya.

Hepimiz zaman zaman sıkışıp kaldığımız hayatlarımızdan bizi kurtaracak, nefes aldıracak, kendi dünyalarımızdan çıkaracak bir şeylere ihtiyaç duyarız. Ben böyle zamanlarda kitaplara sığınmayı, tiyatro seyretmeyi, müze ya da sergi gezmeyi, küçük kafeler keşfetmeyi kendime kazandırdım. Anlayacağınız beni mutlu eden şeylerin,"antikalıklarımın", peşinden koşup duruyorum.

İşte bugünkü postum en güzel antikalıklarımdan saydığım bir müze hakkında: "Oyuncak Müzesi".

Ülkemizde 100 kişiye sorsak 70 kişinin müze ziyaretlerini "yapılacak en sıkıcı aktivite" kategorisine yerleştireceğine bahse girebilirim. Ama Oyuncak Müzesi'nin bu 70 kişinin düşüncelerini değiştirecek güçte bir müze olduğu konusunda ise bahislerin en büyüğünü oynayabilirim (: Anladığınız üzere kendisi beni fazlasıyla etkilemeyi başardı. Anlattıklarımla sizi de etkilemeyi başarması umuduyla...

Oyuncak Müzesi'ne Hoşgeldiniz (:
Oyuncak Müzesi Sunay Akın tarafından 23 Nisan 2005 yılında açılmış. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda açılması çocuklar için açılmış bir yer izlenimi uyandırmasın sakın. Söz konusu şey oyuncaklar olduğu için 7'den 70'e herkesi kucaklayan nitelikte bir müze.



 

Müze, Göztepe'nin Zeki Zeren Sokağı'nda kapısında iki dev zürafa ile bizi karşılıyor. Bembeyaz köşkün bahçesinde eşeğine ters binmiş Nasrettin Hoca'ya merhaba deyip, kapının önünde duran iki kurşun askere selam verdikten sonra müzeye giriyoruz.

En çok ilgimi çeken oyuncakların burada olması nedeniyle müze turunuzu ikinci kattan başlatıyorum. Benim için çok özel olan iki vitrin yer alıyor bu katta. Biri Pele'nin imzaladığı topun yer aldığı vitrin, diğeri Fatoş Oyuncaklarının yer aldığı vitrin.



İkinci katın odaları konsept halinde hazırlanmış. Konsept odalar içerisinde uzay odası, kızıldereli odası, oyuncak askerler odası gibi birçok oda yer alıyor. Hepsi özenle hazırlanmış odalara adım attığımız an geçmişe yolculuğumuz başlıyor.

Uzay odasında, oyuncak astronotlar, uzay mekiklerin yanı sıra insanoğlunun aya ilk çıkışının ülkemizde nasıl yankı bulduğunu gösteren dönemin gazete manşetlerine de tanıklık ediyoruz.

Uzay Odası

Tercüman Gazetesi

Coğrafya Kaderdir
Sizi bilmem ama ben coğrafyanın kaderimiz olduğuna inananlardanım. Oyuncakların arasında dolaşırken karşımda Hitler'in iktidara geldiği dönemde Almanya'da üretilen Nazi oyuncakları duruyordu. Bu oyuncaklarla büyüyen çocukların 2. Dünya Savaşı'nda oynadıkları oyuncak askerlerin yerine geçtiğini düşününce tüylerinizin ürpermemesi mümkün değil. İşte bu manzarayla karşılaştığım an, şu gün yanı başımızda olan savaşları da düşündükçe coğrafyanın kaderden başka bir şey olmadığını söylemekten alıkoyamıyorum kendimi..




Bunları görüp hemen surat asmayın. Tabiki savaş oyuncakları dışında yüzünüzü güldürücek binlerce oyuncakla karşılacaksınız merak etmeyin.

Beni anılarıma götüren, ilgimi çeken oyuncaklardan bahsedeyim: Tom&Jerry, Micky Mouse, Minnie Mouse, Ret Kit, Küçük Prens, Temel Reis ıspanağı ve çocukluğumun vazgeçilmezi oyuncak bebekler ve kıyafetler (Dolls and Dresses)



 


Birinci kata inerken ise duvarlarda 80'lerden reklam afişleri bize eşlik ediyor. Bu katta daha çok Alman, İngiliz ve Fransız oyuncaklarına yer verilmiş.

 

Zemin katta 80'lerde çocuk olanların ilgisini çekecek oyuncaklar yer alırken, bir alt kata indiğinizde adeta denizaltındaymışsınız hissi uyandıran bir konsept hazırlanmış.

En alt katta bahçeye açılan yerde şirin mi şirin şu kafetaryayı gördüğümüz an 2 saat önce girdiğimiz ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız büyülü dünyanın sonuna geldiğimizi anlıyoruz.

Bir çay içmeyi unutmayın derim (:
                                           
Biz bahçeden çıkış yaparak, maket beyaz köşkün çevresine yerleştirilmiş Kırmızı Başlıklı Kız, Sindirella, Aladdin, Şirinler, Küçük Prens ve birçok çizgi film kahramanı güle güle diyerek tarifi buraya sığmayacak duygularla müzeden ayrıldık..


Eğer sizde birkaç saatliğine çocukluğunuza dönmek, anılarınızı hatırlamak, gülümsemek, hüzünlenmek, tarihe oyuncaklarla tanıklık etmek ya da çocuklarınıza bizim zamanımızda bunlar vardı deyip kendi hikayelerinizi anlatmak isterseniz binlerce oyuncağı barındıran Oyuncak Müzesi sizleri ağırlamak için kollarını açmış bekliyor (:

Zinciriniz olan gündeliklerin dayatmasından sıyrılmanız dileğiyle..



Not: Sakın zemin katta bulunan hatıra paranızı bastırmadan çıkmayın. Ben unuttum :(

30 Aralık 2013 Pazartesi

SON 24 SAAT!

2014 son 24 saatini bekliyor..2013 belki diğer yıllardan biraz fazla hayal kırıklığı ve keşkelerle doluydu hepimiz için. Belki de gerçekten "13" uğursuzluğuydu sadece. Ama keşkelerimizi, kayıplarımızı, belkilerimizi bugünde bırakıp, 2013'ün tüm hayal kırıklıklarına inat bize kazandırdıklarına şükredemez miyiz? Yeni bir yılı, yeni umutları kucaklayamaz mıyız? Ben her zamanki Polyannacılığımla yeni yıla saatler kala tüm karamsarlıklarımı yenmek için "2013 İYİKİLER LİSTESİ" hazırladım.

1. 2013!
2013 geçirdiğim en güzel yılbaşı olarak anılarda birinciliği kaptı! (:



2. "22" Oldum!
Doğum günlerim hep çok özel, çok güzel sürprizle dolu oldu bugüne kadar. Hayatımı anlamlı kılan insanların yanımda olması benim için yeterli olsa da onlar tarafından fazlasıyla şımartıldığım için çok şanslı olduğumu kabul ediyorum (: 2013'te "22" oldum. Ve bu yaş günümü de Evrim,Tayfun ve gecenin sonunda muhteşem sürpriziyle Cansu unutulmaz kıldı. Onlar her sene olduğu gibi bu yıl da baş ucumdaydı. Tuba'nın Malta'dan yaptığı sürpriz de çok özeldi bu yıl benim için. İyi ki varsınız! <3

50. yaş günümde de yanımda olun tamam mı?!
3. Şebnem Edremit
2013'ün bana kazandırdığı en değerli varlık! En büyük İYİKİM.



4. Venedik
Sokaklarında kaybolmayı hiçbir yere değişemeyeceğim galiba! İstanbul'dan sonra ikinci yuvam (:




5. Nou Camp
Seyahati en bol yılımdı 2013. Ama en güzel anım kesinlikle Nou Camp'ta izlediğim Barcelona maçıydı.


6. Portofino
Cenova yakınlarda küçük şirin bir kasaba aslında. Ama benim kendisine yüklediğim anlam baya büyüktü. Dalida'nın "I found My Love" şarkısı hep gerçek aşkı orda bulacağım hayallerine kaptırmıştı beni. Çocukluk hayalleri yani.. Kısacası gitmeyi en çok istediğim yer olan Portofino'ya gittim ve tabiki "I couldn't find my love" (:



7. Nilay'la Yenilen Balık Fobisi
Balıktan nefret eden birini düşünün. İşte o kıza balığı sevdiren harika bir insan girdi bu yıl hayatıma. 22 yıl sonra severek balık yediğim an ömür boyu unutulmazlarım arasında aslında (:


8. Venedik Bienali
Sanata olan ilgimi bilen bilir. En eski bienal olan Venedik Bienali'nin havasını da bu yıl soludum (:


9. UzmanTv
3. staj yerim olan UzmanTv'de o kadar özel insanlarla tanıştım, o kadar güzel şeyler öğrendim ki 2013'ü tek başına özel kılmaya bile yeter.
Ofiste parti var!
10.Kar Dileği
Kar tanelerini sever misiniz? Ben bayılırım! Ve her yıl yere düşen ilk kar tanesiyle "Kar Dileği" dilerim. Bu yıl kar dileğimi ilk kez İstanbul dışında bir yerde, Bolu'da tuttum.



Benim listem bu kadarcık..Aslına bakarsanız 2013 çok da kötü geçmemiş dedirtti bile küçücük listem. Siz de keşkelerinize göre değil iyikilerinize göre 2013'ü geride bırakın. Bardağın dolu tarafı misali (:

İyikilerinizin bolca olduğu ve 2014'te sevdiklerinizle daha güzel anılar biriktirmeniz dileğiyle..Mutlu yıllar!

21 Ekim 2013 Pazartesi

ANNE BEN BARBAR MIYIM?

2013 İstanbul Bienali'nin 350 bin ziyaretçiyle Türkiye'de tüm zamanların en çok gezilen sergisi olduğunu duydunuz mu? Sanatla ilgilenin ya da ilgilenmeyin bu yıl düzenlenen bienalde yer alan çalışmalar herkesi bir yerden yakalayacak ve etkileyecek kıvamdaydı. Gidenler şanslılardı evet ama gitmeyenler için en azından bir fikir olur düşüncesiyle oturdum bienal postumun başına.

Bu yıl "Anne ben barbar mıyım?" başlığı altında düzenlenen serginin tüm mekanlarını ziyaret ettim ama bugün size bienalin bende en çok iz bırakan Galata Rum İlköğretim Okulu'nda yer alan çalışmalardan bahsedeceğim. Sanatsal etkinlikleri "entel-dantel" işler diye sıfatlandırıp bir kenara çekilenlerin sayısının hayli fazla olduğu bizim buralarda sanattan bahsetmenin hiç kolay olmadığını da biliyorum. Ama Galata Rum İlköğretim Okulu'nun sanata olan önyargıları yıkmak için kollarını açtığını hissettiğim an tüm bildiklerimi unuttum.

İstanbul Modern'den çıkıp 5 dakikalık yürüme mesafesiyle ulaştığımız Galata Rum İlköğretim Okulu bana Budepeşte sokaklarında karşıma çıkan bir binanın dış görünümünü çağrıştırdı. Bina her ne kadar bize ait olmadığını hissettirse de içindekiler tam da bize aitti, her çalışma da "biz" vardık. Toplumsal cinsiyet zihniyetimiz vardı, sınav sisteminin kölesi olan çocuklar vardı, kimliksizleştirmeye çalıştıklarımız vardı, olmayan "düşünce özgürlüğümüz" vardı, içinde kaybolduğumuz İstanbul vardı, Taksim vardı. Teras kata sıkıştırılmış da olsa kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkileri üzerine yapılan harika bir çalışma olan "Mülksüzleştirme Ağları" vardı.



Kapıdan girdiğiniz an karşılaştığınız manzara işte bu:


Karmaşık göründüğüne bakmayın kafanızı çevirdiğiniz her yerde sizi içine alacak bir eser var. Giriş kattaki bu salonda beni en çok etkileyen karşı duvarı tamamen kaplayan 7 mimarlık öğrencisinin hazırladığı yarı soyut Taksim haritası.







4 katlı olan binada katları çıkarken sizi Çinli sanatçı Wang Quinsong'un eserleri karşılıyor. "Beni Takip Et, Kendini Takip Et, Onu Takip Et" adlı 3 eseri de benim beğenimi kazandı. En çok etkileyen ise "Kendini Takip Et" adlı çalışmasıydı. Sizi bilmem ama bana sınav sisteminin kurbanı olan bizleri hatırlattı.

BENİ TAKİP ET! (Follow Me)


KENDİNİ TAKİP ET! (Follow You)

ONU TAKİP ET! (Follow Him)

Kamusal alan fikrine odaklanan bienalin anlatmak istediklerini en iyi kazandıran çalışmalardan biri hiç şüphesiz Yeni Zelandalı sanatçı Peter Robinson'undu. İstanbul'un karmaşasını, her gün bir yenisi yükselen plazaları, plazaların etrafında varlığını sürdürmeye çalışan küçük dünyalarımızı o kadar güzel vermiş ki Robinson.. Odaya girdiğiniz an size ayrılan alanın küçüklüğü, İstanbul'da yaşamaya çalışan bizlere ayrılan kamusal alandan daha büyüktü sanırım...



Bienalde dokunabildiğiniz tek çalışma ise Elmgreen&Dragset ikilisine ait olan "İstanbul Günlükleri". İki genç sanatçının performans yerleştirme dedikleri çalışmaları 7 genç adamın her gün mekâna gelerek günlük tutmasından oluşuyor. Sanatın dokunulabilir tarafını karanlık odadaki 7 masanın üzerinde yer alan günlükleri karıştırırken keşfediyorsunuz. Ben Emre imzalı günlükte gerçekten kayboldum.






Serginin en esprili çalışmaları da Şener Özmen'e ait. Poşu takım elbisesiyle kimlik eleştirisine, kendi kulağına tuttuğu megafondan avaz avaz bağırma izlenimi verdiği çalışmasıyla da ifade özgürlüğümüzü kaybedişimizi âdeta yüzümüze çarpıyor.





Kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkilerini konu alan "Mülksüzleştirme Ağları" adlı çalışmanın teras katta yer almasının birçok ziyaretçiye ulaşmasına engel olduğunu düşünsem de sergide yer bulmasına sevinmekle yetiniyorum şu an. Oluşturulan ağlar ve haritalar 3. Havalimanı, 3. Köprü gibi mega projelerin yarattığı ekolojik, ekonomik ve sosyal yıkımın hangi medya organları üzerinden sansürlenerek toplumsal hafızadan silinmeye çalıştığını, mülksüzleştirme projelerini üstlenen şirketleri ve yönetim kurulu üyelerini gözler önüne seriyor. (Koç grubunun bu haritalarda yer almamasını düşünmeye gerek yok sanırım malum bienalin ana sponsoru..)









Galata Rum İlköğretim Okulu'na terasta yer alan "Sokakta Sanat Var" adlı çalışmayla anlamlı bir veda ettim ben. Bienali kaçıranlar için genel bir post daha yazacağım. Şimdilik hoşçakalın (:

Sanatın herkese karışması dileğiyle..