21 Ekim 2013 Pazartesi

ANNE BEN BARBAR MIYIM?

2013 İstanbul Bienali'nin 350 bin ziyaretçiyle Türkiye'de tüm zamanların en çok gezilen sergisi olduğunu duydunuz mu? Sanatla ilgilenin ya da ilgilenmeyin bu yıl düzenlenen bienalde yer alan çalışmalar herkesi bir yerden yakalayacak ve etkileyecek kıvamdaydı. Gidenler şanslılardı evet ama gitmeyenler için en azından bir fikir olur düşüncesiyle oturdum bienal postumun başına.

Bu yıl "Anne ben barbar mıyım?" başlığı altında düzenlenen serginin tüm mekanlarını ziyaret ettim ama bugün size bienalin bende en çok iz bırakan Galata Rum İlköğretim Okulu'nda yer alan çalışmalardan bahsedeceğim. Sanatsal etkinlikleri "entel-dantel" işler diye sıfatlandırıp bir kenara çekilenlerin sayısının hayli fazla olduğu bizim buralarda sanattan bahsetmenin hiç kolay olmadığını da biliyorum. Ama Galata Rum İlköğretim Okulu'nun sanata olan önyargıları yıkmak için kollarını açtığını hissettiğim an tüm bildiklerimi unuttum.

İstanbul Modern'den çıkıp 5 dakikalık yürüme mesafesiyle ulaştığımız Galata Rum İlköğretim Okulu bana Budepeşte sokaklarında karşıma çıkan bir binanın dış görünümünü çağrıştırdı. Bina her ne kadar bize ait olmadığını hissettirse de içindekiler tam da bize aitti, her çalışma da "biz" vardık. Toplumsal cinsiyet zihniyetimiz vardı, sınav sisteminin kölesi olan çocuklar vardı, kimliksizleştirmeye çalıştıklarımız vardı, olmayan "düşünce özgürlüğümüz" vardı, içinde kaybolduğumuz İstanbul vardı, Taksim vardı. Teras kata sıkıştırılmış da olsa kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkileri üzerine yapılan harika bir çalışma olan "Mülksüzleştirme Ağları" vardı.



Kapıdan girdiğiniz an karşılaştığınız manzara işte bu:


Karmaşık göründüğüne bakmayın kafanızı çevirdiğiniz her yerde sizi içine alacak bir eser var. Giriş kattaki bu salonda beni en çok etkileyen karşı duvarı tamamen kaplayan 7 mimarlık öğrencisinin hazırladığı yarı soyut Taksim haritası.







4 katlı olan binada katları çıkarken sizi Çinli sanatçı Wang Quinsong'un eserleri karşılıyor. "Beni Takip Et, Kendini Takip Et, Onu Takip Et" adlı 3 eseri de benim beğenimi kazandı. En çok etkileyen ise "Kendini Takip Et" adlı çalışmasıydı. Sizi bilmem ama bana sınav sisteminin kurbanı olan bizleri hatırlattı.

BENİ TAKİP ET! (Follow Me)


KENDİNİ TAKİP ET! (Follow You)

ONU TAKİP ET! (Follow Him)

Kamusal alan fikrine odaklanan bienalin anlatmak istediklerini en iyi kazandıran çalışmalardan biri hiç şüphesiz Yeni Zelandalı sanatçı Peter Robinson'undu. İstanbul'un karmaşasını, her gün bir yenisi yükselen plazaları, plazaların etrafında varlığını sürdürmeye çalışan küçük dünyalarımızı o kadar güzel vermiş ki Robinson.. Odaya girdiğiniz an size ayrılan alanın küçüklüğü, İstanbul'da yaşamaya çalışan bizlere ayrılan kamusal alandan daha büyüktü sanırım...



Bienalde dokunabildiğiniz tek çalışma ise Elmgreen&Dragset ikilisine ait olan "İstanbul Günlükleri". İki genç sanatçının performans yerleştirme dedikleri çalışmaları 7 genç adamın her gün mekâna gelerek günlük tutmasından oluşuyor. Sanatın dokunulabilir tarafını karanlık odadaki 7 masanın üzerinde yer alan günlükleri karıştırırken keşfediyorsunuz. Ben Emre imzalı günlükte gerçekten kayboldum.






Serginin en esprili çalışmaları da Şener Özmen'e ait. Poşu takım elbisesiyle kimlik eleştirisine, kendi kulağına tuttuğu megafondan avaz avaz bağırma izlenimi verdiği çalışmasıyla da ifade özgürlüğümüzü kaybedişimizi âdeta yüzümüze çarpıyor.





Kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkilerini konu alan "Mülksüzleştirme Ağları" adlı çalışmanın teras katta yer almasının birçok ziyaretçiye ulaşmasına engel olduğunu düşünsem de sergide yer bulmasına sevinmekle yetiniyorum şu an. Oluşturulan ağlar ve haritalar 3. Havalimanı, 3. Köprü gibi mega projelerin yarattığı ekolojik, ekonomik ve sosyal yıkımın hangi medya organları üzerinden sansürlenerek toplumsal hafızadan silinmeye çalıştığını, mülksüzleştirme projelerini üstlenen şirketleri ve yönetim kurulu üyelerini gözler önüne seriyor. (Koç grubunun bu haritalarda yer almamasını düşünmeye gerek yok sanırım malum bienalin ana sponsoru..)









Galata Rum İlköğretim Okulu'na terasta yer alan "Sokakta Sanat Var" adlı çalışmayla anlamlı bir veda ettim ben. Bienali kaçıranlar için genel bir post daha yazacağım. Şimdilik hoşçakalın (:

Sanatın herkese karışması dileğiyle..




17 Ekim 2013 Perşembe

Hadi Biraz Nefes Alalım

Sanırım artık aldığımız oksijenin de dijitalize edileceğini söyleseler hiçbirimiz şaşırmayız. Aksine herkesten önce ayak uydurmanın yollarını ararız. Hayatımız teknolojinin önderliğinde şekil alıp giderken sizce de çok şey kaçırmıyor muyuz? Ben kaçırıyoruz diyenlerdenim!

Eskiden aylık dergilerimi kaçırmaz, pazarları uzun uzadıya yaptığım gazete keyfimi ıskalamazdım. Artık hepsini ıpad'ten takip edenler kervanına katılıp, hayatıma renk katan zevklerime veda ettim. Bunun yanında korktuğum ama teknolojiye asla kurban vermek istemediklerim var.. "Kitaplarım".

Kitapları sevmeyen insan olur mu? Küçük Prens'i okumamış birinin kaybettiklerini düşünmek bile istemiyorum mesela. Kitapların en büyük oksijen kaynağımız olduğunu düşünenlerdenim. Onlarsız bir hayat düşünmeye çalışsanız ne canlanır kafanızda? Ya da boş verin, kötüyü çağırmayalım biz. O boşluğu hissetmek yerine çok geç olmadan biraz nefes alalım.

Nasıl mı?
Hazır tatile girmişken, İstanbul bu kadar sakinken hadi biraz nefes alalım, ayağımıza kadar gelen kitaplara koşalım. O havayı soluyalım. 

Nereye mi?


7. İstanbul Beyoğlu Festivali'ne. Kaçımız bir sahafa gidip kitap bakıyor ki günlük koşturmasında. 
Bir farklılık yapıp bu tatil aklınızda olan herhangi bir kitabı Sahaf Festivali'nden almaya ne dersiniz? 
Ya da hiçbir şey almayıp sadece sahafları ziyaret etmeye? 
Şimdiye kadar hiç görmediğiniz eski kitaplara, dergilere, afişlere dokunmaya? 
Hatta açıp birkaç sayfa okumaya?

Taksim'e bir kerecik de onlar için uğrayın. Emin olun pişman olmayacaksınız (:
Ve son olarak uğradığınız sahaflarla sohbet etmeninin keyfine varanlardan olun. Gitmişken Turkuaz Sahaf standında Nedret Bey'e selam vermeden de dönmeyin derim.

Turkuaz Sahaf: Emin Nedret İşli


NOT: Festival 19 Ekim'de son bulacak acele edin.

Benim Sahaf Festivali Günlüğüm
Festivalde benim gözüm eski dergilerde ve kitaplardaydı her sene olduğu gibi. Bir de tabi bitirme projem için aradığım "Popüler Tarih" dergisinde. İstediğim her şeyi bulurken, ayraç koleksiyonuma 4 yeni ayraç daha ekledim. Aradıklarımı bulmamın mutluluğuna sahafları dolaşırken aldığım keyfi de katarak festivalden ayrıldım. Benim için bol oksijenli, bol keyifli bir gün oldu! Darısı sizin başınıza (:









Keşfedin!
Yeni yerler denemeyi sevenlerdenseniz yorgunluğunuzu Asmalı'da bulunan Leblon'da bir şeyler içerek atabilirsiniz. Leblon Arda Türkmen'in ilk göz ağrısı, Asmalı'nın da incisi kanatimce. Henüz keşfetmediyseniz festival çıkışında 2-3 dakikalık bir yürüme mesafesi kat ederek ulaşabilirsiniz.

İyi tatiller (: